31 Ağustos 2011 Çarşamba

Konser mi lazım ?


Mr.Big küçük yaşlarda ayıla bayıla dinlediğim gruplardan biriydi. Daha küçük yaşlarda gitarla çok fazla içli dışlı olduğum içindir belki Paul Gilbert’a da hayranımdır. Uzun ötesi parmakları ve semptakliğiyle beni müziğin içine çeken bir karakterdir kendisi. Gilbert haricinde, Billy Sheehan gibi rock müzik yapan bas gitaristleri arasında en tepelerde yer alan bir sanatçıyı da bünyesinde bulunduran grupta, To Be With You, Wild World, Colarado Building, Just Take My Heart ve tabiki benim favorim olan “Not One Night” gibi şarkılara hayat veren kadife sesli  Eric Martin de başrollerde yer almakta. Ayrıca unutulmamalıdır ki 1991 yılında çıkan albümün içinde yer alan “To be with you”  15 ülkede listelerin ilk sırasında yer almıştır. 
Geçen yıl askere gitmeden 5-6  gün önce izleme şansını bulduğum Paul Gilbert ve Mr.Big’i 15 Ekim’de İstanbul’un en kötü konser mekanı olan Maçka Küçükçiftlik Park’ta izleyeceğiz için heyecan dorukta. 10 yıllık aradan sonra bu yıl çıkan “What If ..” albümü ile gönlümüzü alan 23 yıllık bu grubu sevenlerin yada ucundan tadına bakmış olanların kaçırmamalarını tavsiye ederim, öyle ki Billy Sheehan ve Paul Gilbert’ın sahnede ki atışmalarını her zaman izleyemeyebilirsiniz. 

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Madem hayat sokakta ..

Sokaklarda ki renk bazen hayatımızı etkilemiyor mu ? İnsan sokakta yürürken mutlu olduğunda girdiği yere (ev, iş , restaurant, toplantı, randevu .. ) daha mutlu girmez mi ? Avrupa’nın bir çok şehrinde sokaklar cıvıl cıvıl. Bizim sokaklarımız ise araba gürültüleri ve bitmek bilmeyen inşaatlardan ibaret. İnşaatlar güzel bir çok kolaylık ve yenilik geliyor ama hiç mi bitmez arkadaş bunlar. Beyoğlu, metrolar ve Kadıköy dışında adam gibi sokak müzisyeni görmedim ben İstanbul’da açıkçası. Belki tek tük vardır da ben görmemişimdir.  Bizde sokak müziği denince akla darbuka çalıp dans eden 7-8 yaşındaki çocuklar gelebilir tabi ama onları kastetmiyorum ben.  Ayrıca sokakta müzik yapmanın da aşağılanacak ve küçük görülecek bir şey olmadığı ve gayet kazançlı bir şey olabileceğini söyleyim.

Örneğin, Fransa’nın Nice sahillerinde gitarına sahip çıkmamızı rica eden Viyana’lı bir çocuklar yaptığımız bir sohbette çocuk fazla parasının olmadığını, para kazanmak için nerede müzik yapabileceğini sordu. Bende sokakta çal hiçbir yer bulamassan dedim ona ve 10-15 dakikalık bir sohbetten sonra ayrıldık çocukla. Gece saat  1 sularında sokaklarda dolaşırken arkadan duyduğum bir ses bu çocuğa aitti. Yerde gitarıyla oturan çocuk ayağa kalktı ve bana teşekkür etti. Nedenini sorduğumda ise 3-4 saat içinde 90 Euro para kazandığını  ve 3-4 gün otelde rahatça kalabileceğini söyledi. Bende şunu anladım ki insanlar hoşlarına giden bir şey olduğunda hakkını verebiliyorlar. İstanbul’da da ne zaman bir grup sokakta müzik yapsa etrafına toplanan insanlar görüyoruz demek ki ilgi çekiyor ve seviliyor.  

Şişli metrosunda müzik yapılmak için bir alan yapıldığını da görmüştüm ve çok hoşuma gitmişti. Demek ki belediye yada yönetimler bu konuda engelleyici konumda değiller. Hem inşaatta şarkı söylerken beğenilip meşhur olan şarkıcımız çokken neden sokakta müzik yapanlar beğenilip meşhur edilmesin ??

Dengesizlik

Bıkkınlık geldi bana şu sokaklarda satılan denge bilekliklerinden. Anlamıyorum insan oğlu bu kadar yıldır ayakları üstünde dengede duramıyor mu ki ? Bileğime taktığım bir şey benim dengemi sağlayacak, ki ben zaten dengede olmasam nasıl yaşıyorum bu yaşa kadar. Kulakta bir sıvı falan vardı bildiğim kadarıyla dengeyi sağlayan.

Dolandırıcılığın artık boku çıktı gerçekten. İşin daha da enteresanı insanların para verip onu alması bence, madem ülkede para yok, herkes çok zor şartlar altında yaşıyor, neden kitap okumuyosun, neden sinemaya tiyatroya gitmiyorsun yada en basitinden neden denize nazır bir yerde çay içmiyorsun dediğinde adam param yok diyor ama gidip 10-20 lira "bozuk olan dengesini sağlayacak" bir şeye veriyor.

19 Ağustos 2011 Cuma

Bir tanrı misafiri, UFO

Bugün yeni bir UFO görüntüsü çıkmış dostlar. Sabah erken kalkmışken gelen giden var mı diye baktım bir de ne göreyim ?? The Sun gazetesinin haberine göre Ingiltere'nin ufak şehirlerinden birinde görünen bu bilinmeyen obje disk şeklindeymiş ve çok hızlı hareket ediyormuş falan filan, anlayacağınız klasik UFO görmüş insan anlatımları yani. Ayrıca telif hakları konusunda baya duyarlı olan hatta herhangi bir şeyi "Copy" yapmamıza izin vermeyen nadide gazetemiz The Sun'ın UFO uzman'ına göre de çok çarpıcı ve uzun zamandır görünmeyen güzellikteymiş görüntüler, ki bunu sölemedik için uzman olmaya gerek yok.Varın kararı siz verin.




17 Ağustos 2011 Çarşamba

11 haneli sayılar

Bir zamanlar icq varken hayatımızda daha mutluyduk yalan sölemenin gereği yok. 11 haneli sayılarlar vardı hayatımızda en basitinden. Şimdi bile kimse kimsenin cep numarasını ezbere bilmezken o zaman yakınımızın "icq'sunu" ezbere bilirdik. En azından şimdiki kadar Msn'e "offline" girme durumu yoktu sanki herkes ortalıktaydı.
Arada msn listesine bakıyorumda 2-3 online kişi gördüğüm çok oluyo. Ben dahil bir çok kişi msn'e offline girmek konusunda haklı sebepleri olabiliyor. Bunun nedeni de bir zamandan sonra "away olmak" ve "online" olmak arasında hiç bir fark olmamasından dolayı sanırım. "Away olmak" kendi rolünü "Offline olmaya" bıraktı artık. Ne güzel bir yazı dimi karmak çorman terimlerle doldu taştı. Facebook denen zımbırtının chat olayı herkesi daha bir tatmin ediyo sanırım artık. Ama arada insan özlüyor eski usulleri valla. Bu günlerde merak etmiyor değilim benden habersiz icq kullanmaya geri dönen var mı diye.

12 Ağustos 2011 Cuma

Her işte bir hayır varmış

Günümüz futbol dünyasının en yaramaz çocuklarından Mario Balotelli 16 yaşındayken Barcelona altyapısında denemeye alınmış meğer. Şu sıralar Manchester City takımında forma giyen ve sürekli medyada "enteresan davranışlarıyla" yer bulan genç oyuncu, o günlerde 3 maçta da forma bulup 8 gol atınca, altyapıya alınması kararlaştırılmış. Ancak menajeri ile para konusunda anlaşılamamış ve Balotelli'nin Barcelona hayatı kısa sürmüş.

 Bazen anlaşmazlıklarınçok daha iyi olabileceğinin bir kanıtı gibi değil mi ama ?

11 Ağustos 2011 Perşembe

Üzülmek kolay iş değil


Real Madrid'e 30 Milyon Euro gibi bir paraya transfer olan Fabio Coentrao'nun Benfica günlerinden bir üzüntü örneği. Kaçan pozisyon her neyse hakkını vermiş.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Interrail - Tek günlük keyif; Brüksel


İnterrail süresince baya bir ülke gezdik, baya bir şehir gördük ama arada bir günlüğüne şöyle ucundan bakınmak için gitmiş olduğumuz Brüksel hiç fena değildi sanki. Sabahın erken sularında Paris'ten atladığımız tren bizi Lille şehrine götürdü oradan ise hızlı tren sayesinde hemencecik Brüksel'e vardık. Tourist Info sayesinde baya isimli bir otelde oldukça ucuza kalmış olmamız günün en büyük getirisiydi belki. Elimizdeki rehber niteliğine sahip kitaptan gitmemiz gereken 3-5 yere baktık ve yollara düştük. Bütün gün, önem sırasına göre yapmamız gerektiğini düşündüğümüz şeyleri yaparak bir çırpıda güneşi batırdık. Etrafta çok Türk olması açıkçası insanı biraz rahatsız ediyor ama yapacak bir şey yok, başınız sıkıştığında ilk koşacağınız insanlar olabiliyor bazen bu insanlar. Yarın öbür gün olurda Pasaport çaldırma hikayesine sıra gelirse anlatmaktan mutluluk duyarız. Olağanüstü çikolatalar ve biralar dışında ,en akıllarda kalan yer o gece bizi mest edecek olan yer Grand Place adlı meydandı, 4 tarafı  tarihi müthiş binalarla çevrili olan meydanın havası oldukça etkileyiciydi bizim için. Akşamüstü, yorgunluğun etkisiyle meydanda bir kenara oturmuş biralarımızı yudumlarken apar topar bir anda kurulan 30-40 kişilik bir orkestra 4-5 dakika içinde konser vermeye başladı. Oldukça geniş bir enstruman çeşitliliğine sahip olan bu grup yaptıkları müzik ile duyan herkesi etrafına toplamayı başarmıştı. Bu kadar acele neden sorusunun cevabını ise konser sürerken aldık; bu yaptıkları orada yasaktı ve polis dağılmalarını çoktan istemişti bile. Polise kulak asmadan önündeki müzisyenleri yönlendiren orkestra şefi ise bu olayın sonunda polisle beraber bir "gezintiye" çıkmak zorunda kalmıştı. Ayrıca meydandan aklımda kalan bir şey ise bir polis memurunun elleri cepte turistlere yer tarif etmekten başka hiçbir işe yaramamasıydı. Yasak olan müzik dinletisinde bile bu bey amca ağzını açmamıştı.
Akşam odada 1-2 saat kestirdikten sonra kendimizi apar topar dışarıya attık tekrar, biralarımızı alıp meydana vardığımızda meydandaki yapılardan birinde ışık gösterisi vardı. Oldukça etkilenmiş ve şaşırmıştık bunu görünce ama beni daha çok şok eden ve etkileyen şey ise arka fon da tüm meydana dinletilen müziğin, Europe grubunun bir zamanlar tüm dünyayı kasıp kavuran ve benim bayıldığım The Final Countdown şarkısıydı.
O gece orada tanıştığımız bir çocuk yanımıza gelip oturduğunda bize nereli olduğumuzu sordu. Bizim cevap vermemizle konuşma başladı fakat çocuğun bazı sorunları vardı anlaşılan. Nereli olduğumuzu sorması durumu sohbet içinde 6-7 kere daha tekrarlandı. Çocuğun çeşitli bağımlıklara sahip olduğunu anlamak zor değildi ama boş bir çocuğa da benzemiyordu konuşmalarından. Sonra kendisi de İstanbul'a ve Dünya'nın bir çok farklı yerine seyehat ettiğinden bahsetti. Çeşitli görüşlerini ve düşüncelerini elinden geldiğince dile getirmeyi denedi ve daha sonra tabiki konu tekrar ve tekrar bizim nereli olduğumuza geldi. Bu kısır döngünün bizi sıkması dolayısıyla başka bir yere geçmeye karar verdik ve geceyi orada sonlandırdık. Tek günlük Brüksel seyehati içinde oldukça güzel yerler gördük ve baya güzel vakit geçirdik. Avrupa'nın bir çok kentine göre çok daha resmiyet kokan bir şehir tabiki ama yinede bizden artı alan yerler arasında kendisi.
Not : Çikolata yemeden dönmeyin sakın